Dünya’da birçok ülke olmayan tarihlerini abartarak, içerisine bir sürü hikâye uydurarak kamuoyuna yutturmanın mücadelesini veriyor. Hatta bu uğurda hiçbir masraftan kaçınmayarak, gerçekmiş gibi senaryolar hazırlatıp film yapıyorlar. Biz de ise durum tam tersi. Şanlı tarihimizi bırakın başka milletlere anlatmayı kendimiz bile yeterince öğrenip içimize sindirememişiz.
Nenehatun Tarihi Milli Parkında Mecidiye ve Aziziye Tabyalarının tam ortasında bir ayıp yıllardır duruyor. Kimin yaptığı belli olmayan bu anıtı aslında tam şehrin göbeğine dikmişlerdi. Sözüm ona heykeldeki 93 Harbinin kahramanı Nenehatun idi. Sırtında bebesi, elinde silahı, belinde fişekliği…
Şehir o günlerde bu rezalet ile yattı kalktı. Çünkü tarihte bize anlatılan Nenehatun kundakta ki bebeğini evinde bırakmış, “Bebem annesiz büyür ama vatansız büyümez” diyerek eline geçirdiği pala (satır) ile tabyalara koşmuştu. O tarihte böyle bir tüfek köylü bir gelinin evinde ne arar? Askerin bile atacak tek kurşunu kalmazken Nenehatun’un evinde tüfeğinin olması hele hele belinde fişekliği garip değil mi?
Neyse ki o gün ki yetkililer garabeti fark etti ve bu ayıp çok geçmeden düzeltilerek ‘ucube’ Tebrizkapı semtinden kaldırıldı. Yerine eli palalı Nenehatun getirildi. Bir dönem sonra nedendir bilinmez oda kaldırıldı, zaten nerede olduğu da açıklanmadı.
Biz orijinale yakın anıtın akıbetini merak ederken tartışılan anıt öyle bir yerde karışımıza çıktı ki şaşırıp kaldık…
Atmaya kıyamamış olacaklar ki gerçeği ile uzaktan yakından alakası olmayan o anıt şimdi Nenehatun Tarihi Milli Parkında Mecidiye ve Aziziye Tabyalarının girişine konulmuş. Sırtında bebeği, elinde tüfeği ile arzı endam eden bir Nenehatun karşılıyor sizi tabyalarda.
İllaki oraya bir Nenehatun dikecekseniz ki bana göre de olmalı, gidin sonradan yapılanı bulup onu koyun. Zira biz gelen misafirlere bu garabeti anlatamıyoruz.
Ancak bunu oraya koyanların başka bir tarih bilgisi varsa bizimle paylaşsınlar lütfen…
Her yıl 9 Kasım’da binlerce insan o kahramanları yad etmek için tabyalara yürüyor. Sizce elde tüfek ile karşılarında duran bir Nenehatun o muhteşem organizasyonun ruhuna uyuyor mu?
Hala kimin kime yaptırdığı belli olmayan bu anıtta ısrar etmek gerçekten ayıptır. Ayet midir ki kimse elini sürmüyor o ucubeye. İlla Cumhurbaşkanımı “kaldırın o ucubeyi oradan” desin.
Sayın Vali Azizoğlu’ndan ricamızdır; Bu ayıbı siz kaldırın oradan, eskisini bulamıyorsanız verin bir talimat yenisi yapılsın.
Hem tarihe hem de bizlere ciddi bir iyilik yapmış olacaksınız.
Nenehatun kundaktaki çocuğunu harbe giderken evde bırakmasına rağmen büstte tam tersine sırtında götürmesi işlenmiş.
Savaştan sonra da Nene Hatun, destan kahramanlarına yaraşır bir asaletle yaşadı. Kendisini ziyaret eden NATO’da görevli Amerikalı subayın bir sorusuna:
“O zaman vazifemi yapmıştım. Bu gün de ilerlemiş yaşıma rağmen aynı hizmeti, daha mükemmeliyle yapacak güç ve heyecana sahibim” cevabını vermişti.
Nene Hatun (1857 – 1955)
Erzurum’da doğdu, 98 yıl Erzurum’da yaşadıktan sonra yine Erzurum’da, zatürre hastalığından vefat etti. Ölümünden üç ay önce Türk Kadınlar Birliği tarafından yılın annesi seçilmişti.
Tarihimizde 93 Harbi olarak anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Erzurum’daki Aziziye Tabyasının savunulmasında kahramanca çalıştı. Adını bu şekilde tarihe yazdırdı. Mücadeleye, küçük yaştaki oğlunu ve kızını evde bırakarak katılmıştı. O sıralarda 20 yaşlarında genç bir gelindi.
7 Kasım 1877 gününün gece yarısında, bölge halkından olan Osmanlı vatandaşı Ermeni çeteleri Erzurum’un Aziziye Tabyasına girmeyi başarmışlardı. Tabyayı koruyan Türk askerlerini öldürdüler. Arkadan gelen Rus askerleri, hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulmayı başaran bir er, şehir merkezine ulaşıp kara haberi Erzurumlulara ulaştırdı. Sabah ezanından hemen sonra minarelerden şehir halkına duyuru yapıldı. “Moskof askeri Aziziye Tabyasını ele geçirdi.” Bu haber, Erzurum halkı tarafından, vatan savunması için emir telakki edildi. Silahı olan silahını, olmayanlar balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabyaya doğru koşmaya başladı. Kadın-erkek tüm Erzurum halkı yollara döküldü. Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan bir taze gelin de vardı. Ağabeyi bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can vermişti. Üç aylık bebeğini emzirmiş, “Seni bana Allah verdi. Ben de O’na emanet ediyorum.” diyerek vedalaştıktan sonra birkaç saat önce ölen ağabeyinin kasaturasını da alarak sokağa fırlamıştı.
Nenehatun’un aslına en uygun büstü yıllar önce Erzurum şehir merkezine yapılmış ancak daha sonra kaldırılmıştı.
Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyasına doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda şehit oldular. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hızlı olarak ileri atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi. Boğaz boğaza bir savaş başladı. Mükemmel silahlarla donanmış Moskof ordusu, baltalı – tırpanlı, taşlı – sopalı eğitimsiz halk karşısında ancak yarım saat tutunabildi. 2300 Moskof öldürülüp, Tabya geri alındı. Türkler, 1000 kadar şehit vermişlerdi.
Hemen yaralıların tedavisine başlandı. Nene Hatun da yaralılar arasındaydı. Fakat o yarasına aldırmıyor, evindeki bebeğini unutmuş, diğer yaralıların kanını durdurabilmek, yaralarını sarmak için çırpınıyordu. Nene Hatun böyle bir ortamda tanındı ve saygı ile sevildi.
Onun, vatan için gece başlayan mücadelesi, tüm düşman Erzurum’dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum’un her karış toprağında cephane taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın zaferinde Nene Hatun’un ve onun vatan aşkını paylaşan sivil insanların da payı vardı.
Aziziye kahramanı Nenehatun’un İstanbul Bahçelievler’de yaptırılan anıtı da gerçeği yansıtmıyor.